17 Aralık 2012 Pazartesi

Şiir ile Susun Hikayesi

-->
Bir kentte hiç durmayan bir Şiir varmış. Bu kentte yaşayanların hiç biri, bu şiirin ne zaman başladığını bilmezlermiş. Şiir o kadar uzunmuş ki, kenttekiler ne zaman şiiri anlamaya kalksalar, mutlaka bir yerden sonra kafaları karışır. Mutsuz olurlarmış. Oysa ki şiir hep onlara en güzel dizelerini seçip seçip, allayıp pullayıp, öyle sunarmış. Yine de, şiir dinletse, kentli anlamaz, kentli anlayacak olsa, Şiir anlatamaz bir halde yılardır sürüp gitmiş bu düzen.

Bu Kentte Şiirin sürekli konuşmasından daha kötü bir durum varmış ki, o da Susun gelmesi. Sus ne zaman gelse, Şiirin en korkulu rüyası olurmuş. Hiç durmayan Şiiri, günlerce, haftalarca durdurup, hiç bir fısıltıya müsade etmezmiş. Susun sessizliği o kadar büyük olurmuş ki, kentlilerin bağırışlarını bile yutarmış. Sürekli Şiirin gürültüsünden birbirlerini duymakta zorlanmaları yetmezmiş gibi, bir de Sus geldi mi hiç duyuramamaları onları daha da karmaşık bir duruma sürüklermiş.

Bir gün Şiir Susun kendi kentindeki bu haksız hükümranlığına daha fazla dayanamayıp, ona savaş açmaya karar vermiş. Dünyanın her yerinde yaşayan ne kadar şair varsa toplamış kentine. Şiirin düşüncesi şuymuş: eğer bütün şairler bütün şiirlerini hiç durmadan arka arkaya okurlarsa, Susun sessizliği ortadan kalkacak, böylece bütün dünyaya yalnızca şiirler hakim olacakmış. Fakat konuşamadığı için nasıl haber vereceğini bilememiş. Şiir bunu düşünürken Yazı gelmiş aşklına. Yazıyı kullanarak, ses çıkarmadan bir sürü mektup yazabiliyormuş. Bu Susun çok hoşuna gitmiş, yine de, bu sessizliği yenmesi gerektiğini biliyormuş. Çünkü yazı da olsa hiçbir şey sese dönüşmedikçe anlamlı değilmiş şiir için. Şiir Yazının yardımıyla  Dünyadaki bütün şairlere ulaşmaya başarmış. Şairler de, Şiirin bu çağrısına kulak verip, o kentte doğru yola çıkmışlar. Şairler kente yaklaştıklarında, hepsi çok yorgun bitkin bir haldeymiş. Çünkü, hiç bir ses gelmeyen bu kentte gelebilmek için çok uğraşmışlar, kent o kadar sessizmiş ki, kimse onun hangi yönde olduğunu kestirememiş. Şairler kente varır varmaz uykuya dalmışlar, sabah Susu yenmek için enerjiye ihtiyaçları varmış.

Ertesi sabah bütün şairler kent meydanında toplanmışlar, şiir o kadar çok şairi meydanda bir arada görünce çok sevinmiş. Sonunda tepelerinden kötü kötü bakan Susu, yenebileceklermiş. Şiirin işaretiyle, meydandaki bütün şairler, tüm güçleriyle, bütün şiirlerini okumaya başlamışlar. Fakat sus şairlerin seslerine öyle karşı koyuyormuş ki, şairler havaya duyulmayan sözler savururken, gittikçe öfkeleniyorlarmış, sesler ve Susun devasa sessizliği kenti yok edecek bir hale gelmiş. İnsanlar duymakla duymamak arasında bu savaşın bitmesi için dua etmeye başlamışlar.

Tam her şey bitti dedikleri sırada, uzaktan bir şey duyulmuş, bu duyulan şey şiirden başka bir şeymiş, üstelik kendi kendine susup, yeniden başlayabiliyormuş, bu gelenin ne olduğunu anlamak için, şiir dahil, bütün şairler susmuş. Sus da bu sese izin vermek için kenara çekilmiş. Bu gelen şeyin adı Müzikmiş. On dört tane sihirli değneği varmış elinde, ve bu değneklerle istediği zaman susup, istediği zaman da şiirlerle bütünleşebiliyormuş. Müzik nota dediği sihirli değnekleri Şiirin ve Susun eline vermiş, ve şöyle demiş: bunca yıl Şiir ve Sus olmaktan çıkamadığınız için bir yere varamadınız. Bundan sonra Şiir, senin adın Şarkı Sözü. Senin adınsa ES demiş Susa dönerek.

O günden sonra, Şarkı Sözü olan şiir Susa,  ES olan Sus da, şiire bağlı kalarak, sessizliğe gömülmeden, dura söyle şarkı olup yaşamışlar.

SAD
                                                              18.12.2012


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder