10 Ocak 2013 Perşembe

Dörtyollu Çocukların Dayı Öğretmeni

Dün Hatay'ın portakal bahçesi kaplı ilçesi Dörtyol'un kurtuluş günüydü. Doksan bir yıl önce dün resmen özgür olmuştu Dörtyol... Nice Dayı Öğretmen yetiştirmek üzere...
Dayı öğretmen kim diyecek çoğunuz? Bir çoğuna göre Özerli Mahallesin'den çıkmış neşeli bir eğitimci, Dörtyol'daki binlerce çocuğu adam etmiş, hepsine İstanbul'a yerleşmesine rağmen kolkanat germiş bir ağabey... Dayı öğretmen benim hayatımda gördüğüm en sabırlı ve muhteşem eş, benim yandan gülüşlü dedem, Seydi Ahmet Dayı. SAD kervanının büyük üyesi...

Bugün haftalık ziyaretimi yapmak için gittiğimde çaylarımızı yudumlarken, her zamanki heyecanıyla bana Dörtyol Belediyesi'nin telefon numarasını elimdeki zıpçırıktan (i-phone,vs.) bulup bulamayacağımı sordu. Sanırım ondaki numara değişmişti. Dedemde Dörtyol ile ilgili bir bilginin olmaması imkansıza yakındı. Dakikalar geçmeden telefon numarasını ona okumamla, yüzünde beliren "aferin len" tadındaki muzur gülümsemeyi, ancak onunla yaşamışsanız anlayabilirdiniz... :) Heman ev telefonunu eline alıp, tuşlamaya koyuldu. Bu sırada da bana hadiseyi anlatıyordu. Dün Dörtyol'un kurtuluşuydu, ve dedemin yüzlerce Dörtyollu çocuğundan biri Belediye Başkanı olmuştu. Arayıp onun kurtuluş gününü kutlayacaktı. Bu, ordan bakıldığında tuhaf, komik, anlaşılmaz görünebilir. Ama O ve öğrencileri için çok önemliydi. Neden mi? Olaya devam edelim. Dedem aradığında onu başkan sekreterine bağladılar. Dedem büyük bir ciddiyet ve sabırla sekretere başkanla neden görüşmek için aradığını anlatıyordu. Sekreter hanımın sesi bize kadar geldiği için sesindeki hafif alaycı tavrı anlayabiliyorduk. Zaten dedem de savımı onaylarcasına bir ünlem kurdu telefonu kapar kapamaz: "Eşşoğlueşşekler!" Telefonu kapamadan iletişim bilgilerini bırakıp, başkanın dönünce kendisini aramasını tembih etmişti. Açıkcası korkuyordum. hem sekreterin seksen beş yaşındaki bu ihtiyarın çoşkusunu, ciddiyetini anlamayıp, bunu başkana iletmemesinden, iletse de başkanın dedemi arayıp aramayacağından. Ama portakal bahçesinin insanları beni utandırdılar. henüz beş dakika geçmemişti ki, başkan bey dedimi aradı ve araların hala çözemediğim "Dörtyolca" bir muhabbet başladı. Telefonu kapamamıştı ki, benim dönmem gerekti. Kalsaydım kim bilir ne anılar dinleyecektim.
Bugün portakal bahçesinin insanı bana, bu ülkede hala bir yerlerde koltuk sevdasına tutulmamış, onları yetiştiren insanlara hala samimi bir saygı duyan birilerinin olduğunu hatırlattı. Birileri için hala geldikleri mevkiiye ulaşmalarını sağlayan "gerçek kişilere" saygı ve minnet duyuyordu.
Evet benim umudum var! Nice Dayı öğretmen alfebeden önce öğrencilerine insalığını öğrettikçe, bu ülkenin içindeki cevher ışımaya devam edecek.
Nıce 91. Yıllara Dörtyol!
Nice öğretmen yetiştirmek üzere...
SAD

7 Ocak 2013 Pazartesi

Bugün İstanbul'da kar, benim ayacıklarıma nasıl yağdı?

Bilirsiniz oldum olası bayılırım Kar'a, kışa, soğuğa.... Bana hep temizliği hatırlatır, yeniyi, kadiri, saygıyı.... İnanın şu gözünü sevdiğim yağması, ne o güzelim baharlar açar dallarda, ne yeşil erik olur  harbi ekşisiyle, ne şeftali şeftali kokar...  İçimiz titremedikçe, gelen baharın, güneşin tatlılığın, yaseminli yaz gecelerinin kıymetini bilir miyiz, sanmıyorum.
Bugün, dişçi ziyareti sonrası, çekilmiş yirmi yaş dişimin boşluğuna, morfinden şişik yüzüme aldırmadan lapa lapa karın tadını çıkardım Konak'tan Tünel'e yürüyerek. İnsanların suratlarında mutsuz ve kormuş ifadeler vardı. Bense her kar tanesinin tadını çıkardım. Vapur, tren, tünel, yürüdüğüm Gezi parkı hepsi daha bir güzeldi bugün... Sonra nasıl olduysa sevgili çizmelerim 6 yılın sonunda bana ihanet edip, kar sularını içeri sızdırmaya başladı. Parmak uçlarım hafif hafif ıslanıyor, parmaklarım uyuşmaya başlıyordu. Normalde durup bir ayakkabı alıp yola öyle devam ederdik. (rahmetli Gülçin hanım öyle yetiştirmişti ne de olsa) Ama yapmadım. hergün kilometrelerce karın üstünde okula giden, sokaklarda yatıp kalkan binlerce insanlardan ne farkım vardı ki?iki göz, iki kol, iki AYAK. Acıdan uyuşan iki incecik ayak... Ayaklarımın tüm rahatsızlığına rağmen mutluydum. Doğaya karşı hepimiz eşittik, güvendiğimiz kul yapımı herşey, doğanın gazbından nashibini almaktaydı. Üşüyen ayak acısı herkes için aynıdır. Yürürken gülünecek bin türlü şey buluyor, İstiklal caddesi'nin ortasında kahkahalar atıyorduk annemle. Hasta olabileceğimi, şu satırı yazana kadar hiç gelmedi aklıma. Üşüyerek de mutlu olur insan, yeter ki kalbi taşlaşmamış olsun...
Şimdş evimde bütün kamuflajlarım tam, ayaklarım sıcak, kulağımda Kedi Rapsodisi, şu anında tadını çıkarıyorum. 
Sevgilerimle
SAD

2 Ocak 2013 Çarşamba

Yalçın Kızılay Alt Geçiti'nin bitmeyen çilesi!

Maltepe en işlek caddelerinden biri Mimar Sinan Caddesi. En işlek caddesi olmasının en büyük nedeni, Maltepe'den sahil yoluna inen tek yol olması. Bu cadde üstünde bulunan Yalçın Kızılay Alt Geçiti'nin son aylarda çektiği çileyi, Dünyanın hiç bir algeçiti çekmemiştir.

3.30 Tabelası var mı var(!!!)
Mesele sahil yolunda bir kaç ay önce başlayan Maltepe Marinası inşaatı ile patlak verdi. Bundan önce ayda yılda bir geçite girmeye çalışan, fakat ne geçitin, ne de kendi aracının yüksekliğini bilmeyen kamyon vb. araçların geçişini kolaylaştırmak için, bizzat annemin başvurusuyla, caddenin başına ve geçitin başına 3.30m tabelaları konmuştu. Fakat marina inşaatının hafriyat kamyonları bu tabelaları kale almadan günde en az iki kere geçitten geçmeye çalışıyor. Ve buyrun şamataya. Geçite sıkışan kanyonlar, yaklaşık yarım saatte geçitten geri çıkmaya çalışıyorlar. Bu sırada, cadde üstünde trafik üç yönlü olarak kilitleniyor. Dahası biz "geçit başı sakinleri", her seferinde, korna sesleri, deli gibi bağrışan adamlara ve geri geri gelmeye çabalayan kamyon sensörlerinin BİİP BİİİP BİİP seslerine tahammül etmek zorunda kalıyoruz. Geçitten geri geri çıkan tonlarca yüklü kamyonların frenlerinin patlaması durumda çıkabilecek faciayı takdir edersiniz ki, aklımdan geçirmemeye çalışıyorum.




























Bu hafriyat kamyonu serüveni başladığından beri, Maltepe Belediyesi, Büyük Şehir Belediyesi ve İlçe Emniyet Müdürlüğüyle yaptığımız görüşmelerdeyse, muhataplarımızdan, ya "Bu vatandaş olarak sizin göreviniz değil!" cevabını aldık. Ya da şikayetlerimiz kale alınmadı. En son çare olarak blog yazımı bitirir bitirmez, BİMER'e (Başbakanlık İletişim Merkezi) bir dilekçe yazacağım.
Olacakları size başka bir blog yazısında bildireceğim.
Görüşmek üzere...

SAD