Bir kentte hiç
durmayan bir Şiir varmış. Bu kentte yaşayanların hiç biri, bu şiirin ne zaman
başladığını bilmezlermiş. Şiir o kadar uzunmuş ki, kenttekiler ne zaman şiiri
anlamaya kalksalar, mutlaka bir yerden sonra kafaları karışır. Mutsuz
olurlarmış. Oysa ki şiir hep onlara en güzel dizelerini seçip seçip, allayıp
pullayıp, öyle sunarmış. Yine de, şiir dinletse, kentli anlamaz, kentli
anlayacak olsa, Şiir anlatamaz bir halde yılardır sürüp gitmiş bu düzen.
Bu Kentte Şiirin
sürekli konuşmasından daha kötü bir durum varmış ki, o da Susun gelmesi. Sus ne
zaman gelse, Şiirin en korkulu rüyası olurmuş. Hiç durmayan Şiiri, günlerce,
haftalarca durdurup, hiç bir fısıltıya müsade etmezmiş. Susun sessizliği o
kadar büyük olurmuş ki, kentlilerin bağırışlarını bile yutarmış. Sürekli Şiirin
gürültüsünden birbirlerini duymakta zorlanmaları yetmezmiş gibi, bir de Sus
geldi mi hiç duyuramamaları onları daha da karmaşık bir duruma sürüklermiş.
Bir gün Şiir Susun
kendi kentindeki bu haksız hükümranlığına daha fazla dayanamayıp, ona savaş
açmaya karar vermiş. Dünyanın her yerinde yaşayan ne kadar şair varsa toplamış
kentine. Şiirin düşüncesi şuymuş: eğer bütün şairler bütün şiirlerini hiç
durmadan arka arkaya okurlarsa, Susun sessizliği ortadan kalkacak, böylece
bütün dünyaya yalnızca şiirler hakim olacakmış. Fakat konuşamadığı için nasıl
haber vereceğini bilememiş. Şiir bunu düşünürken Yazı gelmiş aşklına. Yazıyı
kullanarak, ses çıkarmadan bir sürü mektup yazabiliyormuş. Bu Susun çok hoşuna
gitmiş, yine de, bu sessizliği yenmesi gerektiğini biliyormuş. Çünkü yazı da
olsa hiçbir şey sese dönüşmedikçe anlamlı değilmiş şiir için. Şiir Yazının
yardımıyla Dünyadaki bütün şairlere
ulaşmaya başarmış. Şairler de, Şiirin bu çağrısına kulak verip, o kentte doğru
yola çıkmışlar. Şairler kente yaklaştıklarında, hepsi çok yorgun bitkin bir
haldeymiş. Çünkü, hiç bir ses gelmeyen bu kentte gelebilmek için çok
uğraşmışlar, kent o kadar sessizmiş ki, kimse onun hangi yönde olduğunu
kestirememiş. Şairler kente varır varmaz uykuya dalmışlar, sabah Susu yenmek
için enerjiye ihtiyaçları varmış.
Ertesi sabah bütün
şairler kent meydanında toplanmışlar, şiir o kadar çok şairi meydanda bir arada
görünce çok sevinmiş. Sonunda tepelerinden kötü kötü bakan Susu,
yenebileceklermiş. Şiirin işaretiyle, meydandaki bütün şairler, tüm güçleriyle,
bütün şiirlerini okumaya başlamışlar. Fakat sus şairlerin seslerine öyle karşı
koyuyormuş ki, şairler havaya duyulmayan sözler savururken, gittikçe
öfkeleniyorlarmış, sesler ve Susun devasa sessizliği kenti yok edecek bir hale
gelmiş. İnsanlar duymakla duymamak arasında bu savaşın bitmesi için dua etmeye
başlamışlar.
Tam her şey bitti
dedikleri sırada, uzaktan bir şey duyulmuş, bu duyulan şey şiirden başka bir
şeymiş, üstelik kendi kendine susup, yeniden başlayabiliyormuş, bu gelenin ne
olduğunu anlamak için, şiir dahil, bütün şairler susmuş. Sus da bu sese izin
vermek için kenara çekilmiş. Bu gelen şeyin adı Müzikmiş. On dört tane sihirli
değneği varmış elinde, ve bu değneklerle istediği zaman susup, istediği zaman
da şiirlerle bütünleşebiliyormuş. Müzik nota dediği sihirli değnekleri Şiirin
ve Susun eline vermiş, ve şöyle demiş: bunca yıl Şiir ve Sus olmaktan
çıkamadığınız için bir yere varamadınız. Bundan sonra Şiir, senin adın Şarkı
Sözü. Senin adınsa ES demiş Susa dönerek.
O günden sonra,
Şarkı Sözü olan şiir Susa, ES olan Sus
da, şiire bağlı kalarak, sessizliğe gömülmeden, dura söyle şarkı olup
yaşamışlar.
SAD
18.12.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder