19 Temmuz 2015 Pazar

Çocuk'la Olmak Hadisesi

Çokça sorulan bir sorunun cevabını yazmanın vakti bugün bu geceymiş demek ki... Soru şöyle;

"Sen şimdi Gazetecilik bitirdin. Ama öğretmenlik yapıyorsun. Bir de ney o Antro.. bişi okuyorsun. Şimdi sen ne oluyorsun?"

Evet lisans öğrenimimi 2012 yılında Gaztecilik bölümünü bitirerek tamamladım. Gaztecilik okuduğum ve stajlarımı yaptığım dönem boyunca müzik-yemek ve eğitim üçlüsü üzerine yazdım. Zaten Radikal Gazetesinde yaptığım iki stajın birini Eğitim departmanında, diğerini de Kültür-Sanat depatmanında yapmamdan işin nereye gideceği belliydi... Küçük bir üniversite öğrencisiyken yapmak istediğim şey bir müzik yazarı olmaktı. Ve evet doğru müzik dinlemek kadar yazmak da benim için aynı medite edici özelliğe sahipti.  Mezun olduğum yıl İTÜ Müzikoloji bölümünün master bölümünü kazandım. Derslerin başlamasına iki hafta vardı. Disiplinler arası okuyan öğrenciler için Hazırlık sınıfı vardı. Ben de onlardan biriydim. Hazırlık sınıfının ders programı açıklanır açıklanmaz derslerin notlarına ulaştım ve ufaktan okumaya başladım. Ders: Makam Bilgisi. "Batı dizeklerindeki Fa notası Türk Musikisinde hangi aralığa denk gelmektedir?" gibi sözlü ve yazılı sorular içeriyordu...
Hı?! Hööömm... Ups! Hayır hayır hele ki bir enstürmanı dahi tam olarak çalamayacak yetenekte parmaklara sahipken (!!) öğrenmek isteğim teorik bilgiler kesinlikle bunlar değildi. Peki hani şu Wagner'in İkinci Dünya Savaşı sıralarında hitlerin isteğiyle propaganda amaçlı bestelediği eserlerin dönemsel tarihçesini anlatan dersleri alamıyor muyum hemen? Nayıır! Ömrüm boyunca kullanmayacağım bilgiler için bir yıl okumak hiç de akıllıca olmayacaktı. Peki elimizde neler vardı bi bakalım. Yeditepe'den aldığım Birincilik bursuyla yapılabilecek 16 master programı. İşte tam burada Feryade Tokan adındaki mübarek hatun kişi hayatıma yapabileceği en süprizli dokunuşu yaptı. "Sen gelip Sosyal Antropoloji Bölümünde master yapsana kızım." Hem istediğin derslerde var... Müzik Sosyolojisi, Popüler Müzik Tarihi, Müzik ve Kültür... Evvvet bunlar tam da aradığım derslerdi. Antropolojinin geri kalanı ise, çok niyetsiz başlanan bir işti benim için. Hedefime körü
 körüne saplanmıştım ve önümde açılan asıl okyanusun farkında bile değildim. Sadece yine disiplinler arası okuyacağım için 6 zorunlu hazırlık dersi almam gerekiyordu. Antropolojide Klasik Okumalar, Modern Okumalar, Araştırma Yöntemleri I. ve II. sonraa Kültür teorileri vs. vs...  Hmmm.. eğlenceli görünüyordu. Sonrasındaki dersler de keza öyleydi ve işin ucunda kavuşulacak 5 seçmeli müzik dersi vardı. İlk dönemin ilk yarısıydı. Weber, Malinowski, Boas, Spencer, Mead, Beatson ve okuduğum onlarca teorisyen daha... Yarısını anlamadığım kelimelere sahip yüzlerce sayfalık yüzlerce akademik makale, raporlar, istatistikler, veriler.... Evet gazetecilikteyken gördüğüm İletişim Kuramları dersleri sosyal teorileri okumam konusunda beni müthiş şeytani bir dürtüyle gıdıklamıştı vaktiyle kabul. Ama sosyal bilimlerin her bir alt dalına dair en az bir derste 5 makale okumak. Yani bu şu demekti. Aynı anda tarih, sosyoloji, felsefe, edebiyat, coğrafya dallarını da okuyor oluyordum. Antropolojinin okumayı sevmekle alakası yoktu. Antropoloji okumak demekti. Aynen o ilk emir gibi; Antropoloji "İkra"nın ta kendisiydi. Ve tabii ki her okuduğunuzda aslında hiçbir şey okumadığınızı anlıyordunuz. Tüm bunları hayatımda bir yere oturtmaya çalışırken alınabilecek en güzel haber Sosyal bilimler Enstitüsünden gelmişti. Müzik derslerini veren iki hoca okuldan ayrıldığı için, o dersler bir daha açılmayacaktı. Kendimi yanlışlıkla koltuğunun "fırlat" düğmesine basmış bir astronot gibi hissediyordum. Uzay boşluğunda sonsuza dek genişleyerek yol alabilirdim. Nasıl olsa varılacak bir "amaç" yoktu artık. Zaten amacınız hiçbir zaman gönüldeki aşk sahibiyle "sidik yarıştırmak" olmamalıydı. Arada dip not olarak bunu yazmıştı hayat bana. Neyse ki gözden kaçırmayıp o notu okumuştum. Peki ama amaç ortadan kalktığı halde tüm heybetiyle hayatımın orta yerinde duran aracı, yani antropolojiyi ne yapacaktım. İlk işim, zaten çok da ne işe yaradığını idrak etmeye uğraşmadığım için,  ondan nefret etmek oldu. Ne içindeki bas bağıran "KÜLTÜR"ü görüyordum. Ne de asıl mesleğim gazetecilikle arasındaki sıkı bağı... Beni müzik okuma aşkımdan (aşk zannetiğim sahip olma arzusu), dahası entel dantel bir müzik yazarı (sidik yarıştıran benlik) olma hedefimden ayrı koyan bir külfet gibiydi antropoloji. O üç ay öyle bitti ve nihayet yaz tatili gelmişti. Her şeye rağmen belki aramız düzelir diye birkaç genel kuram kitabı alıp çıktım yola..  Yani o bölüm okunacaktı bir şekilde... Önce okuduğum gazete haberlerine Antopolojik gözle bakmaya başladım. Sonra insanların diyaloglarına... İnsan böyle bakınca başka türlü şeyler bulabiliyordu. Hele hele haberler. Doğa olayları hariç yazdığımız her haber insAan ürnüydü. Ve antopoloji insanı inceleyen bilimdalı idi. Bir şeyler farklılaşmaya çok yakındı içimde.. Ben açık oturumlarda ekonomistlerin yerine neden sosyologları yahut antropologları çıkarmazlar diye düşüne durayım, hayatımı değiştiren o telefon gelmişti bile...  Bizim anarşist sosyolog, (o kendini biliyor) meşhur alternatif eğitim sistemimiz Reggio Emilia'yı uygulayan bir okulda çalışmaya başlamıştı ve bana gel sen de çocuklarla "engellilik" algısı üzerine çalış diyordu. Çocuk dediği zaten herşey bitmişti kafamda. Anne olmayı çok isteyen biri için, tabii ki çocuklarla çalışmak harika bir fırsattı. Hemen Reggio Emilia felsefesi nedir diye araştırmaya başlşadım. Daha ne isteyebilirdim ki, bir ülkenin alt kültüründen savaş gibi sosyolojik bir nedenin sonucunda dönemin İtalyan sosyal bilimcileri tarafından ortaya çıkmış bir eğitim felsefesi. Üstelik çocuğun kendi merakıyla öğrenmesini savunuyor. Sonrasında geçen iki yılda çocuklarla birbirimizin hayatına neler kattık zaten siz biliyorsunuz... Böylece Eğitim Antropolojisi diye yep yeni bir kapı açılmış oldu önümde. Antropolojiyle bir altı ay sonra yeniden tanıştım. Hayatı anlamlandırmak için nasıl zengin bir vaha olduğunu da bu altı ay sonrasında kendi tercih ettiğim makaleleri okurken farkettim. İnsanlarla uğraşıyorsanız, mutlaka bir sosyal bilim dalını hakkında bir şeyler karıştırmış olmalıydı. Antropoloji hayatımda başladığım tüm niyetsiz işler gibi, bir tüy kadar hafifleşerek etrafımı sardı ve beni başka galaksilere yükseltti...

Hayatımda verdiğim en doğru karar çocuklarla çalışmaktı. Zaten hayat beni öğretmenler cenneti bir ailenin içine doğurarak, bu kararın doğruluğunu çok zaman önce kanıtlamıştı. Çocuklar beni anda olmaya yönelttiler. Ben de onların anlarına yeni anlamlar kattım. Nasıl her yeni şeye bilmedim bir şey bulmak için bakmayı onlarla hatırladım. Unutman ve geri dönmemem gerekenleri de yine onlarla unuttum ve onlar gibi aldırmadan affettim. Ve anladım ki isteğim şey aslında anne olmak değildi illa ki, isteğim şey "çocuk'la olmak"tı...